2.Dünya Savaşı büyük yıkımından sonra küllerinden doğan Almanya’nın başkenti Berlin, zengin modern mimarisiyle insanda hayranlık uyandıran ve her mimarın mutlaka gezmesi gereken bir sehir ve en guzel özelliği de Berlin’de klasik mimariyle modern mimariyi bir arada görebiliyor olmamız. 24-30 Nisan tarihleri arasında Yeditepe Üniversitesi Mimarlik Kulübüyle birlikte Berlin’deydim. Havaalanına indiğimiz andan itibaren Almanya’nın en guzel mimari yapılarini gormek ve yeni yerler keşfetmek icin sabırsızlanıyordum. Şehre ilk bakışımız taksiye bindikten sonra otele giderken oldu. Geniş yolları, trafik kurallarına uyan, birbirini bekleyen insanları ve şehir içinde trafiksiz rahatça dolaşabilen bisikletli insanlar görünce çok şaşırdım ve kurdukları duzenli hayata saygi duydum.İlk durağımız otelimizin de bulunduğu ve Berlin’in Taksim’i diyebilecegimiz merkezi yeri Alexanderplatztı. Eşyalarımızı otele bıraktıktan sonra şehri keşif turuna çıktık. Gezerken Nejat İçöz hocamızın Berlin’de yasayan oğlu Can bize rehberlik etti, aynı zamanda havaalanında da karşıladı ve çok yardımcı oldu. Hepimiz onun arkadaşça ve misafirperver davranışlarını çok sevdik. Önce Berlin’in simgelerinden biri olan Tv kulesine ve Alexanderplatz meydanına gittik. Açıkçası İstanbul’da alışkın olduğum yoğun tempodan sonra şehrin sakinliği beni çok saşırttı. Tv kulesine ilk gün olmasa bile 2. gün çıktık. Şehre 200 m yükseklikten bakmak ilginç bir deneyim oldu. Binalara tepeden bakarken şehrin ne kadar düzgün planlanmış olduğunu anlıyorsunuz. Sanırım Almanların düzene bağlı olmalarından kaynaklanıyor bu durum, düzenlerine hayran kaldığımı da eklemek isterim. 1. Güne geri dönecek olursak ilerleyen saatlerde yağmura yakalanmış olmamıza rağmen gezmeye devam ettik ve mimari keşfe çıktık. Berlin’in eski sinema salonlarindan biri olan 1961 yılında inşa edilen Kino Internatinonal’a gittik. Küçük olmasina ragmen sevimli bir binaydı ve lobisinde alkol satılıyor olması gerceği beni şasırttı, açıkçası hoşuma da gitti. Berlin’in bir güzel tarafı da her saat insanların metrolara ellerinde biralarıyla binebilmesi ve insanların bunu yadırgamaması, böyle rahat bir şehirde yaşayabilmek güzel bir duygu olsa gerek. 2. Gün Hannover turundan sonra şimdi Eastside gallery olan eski duvarın kalıntılarını görmeye gittik ve duvara imzamızı attık. Çeşitli sanatçılar tarafından boyanmış olan duvar resimlerinin fotoğraflarını cektik. Ardından Spree Nehri kenarında yaptığımız yürüyüşten sonra ünlü mimar Karim Rashid’in mimari eseri nehir kıyısındaki nHow Hotel’e gidip binanın 20 m civarındaki statik harikası kolonunu hayranlıkla inceledik. Açıkçası Berlin’ de beni en çok etkileyen binalardan birisiydi. Cesaretimizi toplayıp iç mimarisini görmek için lobiye girmeye karar verdik. Resepsiyonistlerden lobiyi gezmek için rica edince sıcakkanlılık gösterip bizi lobideki bara yönlendirdiler. Hayatımda içtiğim en güzel içkiyi orada içtim. Güleryüzlü barmen kızın önerisiyle sakeyle hazırlamış olduğu celly smith kokteylinin tadının damağımda kaldığını söylemeden edemeyeceğim. Berlin’e yolunuz düşerse, How Hotel’e uğrayıp barındaki muhteşem kokteyllerden içmeden dönmeyin, buarada Maitai kokteyli de şiddetle tavsiye edilirJ. Sonrasında ise Sony Center’a gidip muazzam çatısındaki rengarenk ışıklandırmalarını izledik. Sony Center’ın ışıklandırmaları sayesinde geceleri bambaşka göründüğünü ve daha ilginç, şaaşalı bir mekana dönüştüğünü söyleyebilirim. Şayet gece ve gündüz ayrı ayrı baktığınızda farklı etkiler bırakıyor insanda bu yüzden hem gece hem gündüz gitmenizi tavsiye ederim. Ertesi gün Müzeler adası turu yaptık ve sonraki gün de Brandenburg kapısı, Reichstag ve Yahudi Müzesinin de içinde bulunduğu yoğun ve eğlenceli bir gün geçirdik. Sabahın erken saatlerinde Parisier Platz’daydık, 2. Dünya savaşından kurtulan nadir yapılardan biri olan Brandenburg kapısının devasa kolonlarını inceledik. Berlin’in en önemli yapısı ve sembolü sayılabilen bu yapı, doğu berlinde bulunmaktaymış ve zamanında naziler bu kapıyı sembol olarak kullanmışlar. Parisier Platz’ın en önemli modern yapılarından biri olan ünlü mimar Frank Gehry’nin tasarlamış olduğu DZ Bank’ın içine girdik. Dıştan o kadar dikkat çekici gözükmeyen bina, kapısından içeri girdiğiniz andan itibaren adeta sizi içeri davet ediyor. Çelik, cam ve ahşapın kullanıldığı iç mekanın, eğri formların baskın olduğu, bir balığın vücudunu andıran bir yapıya sahip olduğu göze çarpıyor. Frank Gehry’nin karakteristik formlarını, enerjisini ve ritm duygusunu bu binada açıkça görebilirsiniz. Ayrıca Humbolt Üniversitesi’nin ziggurat şeklindeki kütüphanesi de ilgimi çeken diğer yapılardan biri. Şimdilik anlatacaklarım bu kadar, bir sonraki yazımda Kreuzberg (nam-ı diğer küçük İstanbul) maceramızı, Daniel Libeskind’in Yahudi müzesini, Müzeler adası, Berliner Dom ve Reichstag’ı anlatacağım. Herkese iyi pazarlar haftaya görüşmek üzere :)
Gülce...
0 Comments
İstanbul Ataşehir’de bulunan Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (2003), ilk olarak 1995 yılında Nezahat Gökyiğit adına bir hatıra parkı oluşturmak amacıyla kurulmuş ve bitkilendirilmiş, daha sonraları ise bir ‘botanik bahçesi’ oluşturmaya yönelik değiştirilen amaç doğrultusunda çalışmalar devem ettirilerek bugünkü haline dönüşmüştür.
Atatürk ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinden gelen otoyollarla, Anadolu otoyolunun (Ankara) birleştiği kavşakta, anayollar ve bağlantı yolları arasındaki adalar üzerinde kurulu olun botanik bahçesi, dünyada bir otoyol kavşağında bulunan tek botanik bahçesi olma özelliğine sahip. Botanik bahçelerindeki çoğu bitki, uygun yetişme ortamlarının oluşturulduğu özel düzenlemelerle sergilenirler. Böylece farklı ortam koşullarında yetişen pek çok bitki türünün bir arada görülebilmesi sağlanır. Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (NGBB) de bulunduğu 32 hektarlık alan üzerinde önce sekiz adaya ayrılarak ve sonrasında her bir ada da kendi içinde farklı özel bahçelere ve düzenlemelere ayrılarak pek çok bitki türünü sunmaktadır. Örneğin İstanbul adası, meşe adası, arboretum adası ve adalarda bulunan kaya bahçesi, soğanlı bitkiler koleksiyonu, nilüfer havuzları, kurak ve çorak bahçe, faydalı bitkiler bahçesi bunlardan bir kaç örnek.. Bu bahçelerde farklı bitki türlerini latince ve türkçe isimleriyle tanımak ve farklı bahçe düzenlemelerini incelemek mümkün. Bunun dışında NGBB’de çocuklar ve yetişkinler için düzenlenen; atölye, sergi, kurs, belgesel ve konferansları içeren çeşitli etkinliklere katılmak, yemeğinizi yanınızda götürerek özel olarak ayrılmış alanlarda piknik yapmak mümkün. Hafta içi ve hafta sonu ziyaretçilere açık olan botanik bahçesi ücretsiz olup gün batımından yarım saat önce kapanmaktadır. İstanbul Anadolu yakasında, otoyollarının arasında bulunan, kente %12 oranındaki yeşil alan katkısıyla ve büyük bir detayla düzenlenmiş beklenmedik gizli bir bahçe. Alâ Cemali Arboretumlar; orijini ve yaşları belli ağaç ve odunsu bitkilerin yetiştirildiği alanlardır. İnceleme, bilimsel araştırma, doğal ve egzotik türleri tanıtma, tükenme tehlikesi altında bulunan bitkileri koruma, ilk öğretimden üniversiteye kadar öğrencilere ve halka bilgi verme gibi farklı amaçlar için kurulan arboretumlar birer canlı laboratuar, canlı bitki müzeleridir.
Türkiye’de kurulan ilk arboretum ise Atatürk Arboretumu’dur. 1949 yılında düzenlenmeye başlanmış olan Atatürk Arboretumu, İstanbul Sarıyer’de Belgrad Ormanı’nın yanında 296 hektarlık bir orman parçası üzerinde bulunup dünyanın değişik köşelerinden gelen birbirinden farklı 2000 bitki taksonlarına ev sahipliği yapmaktadır. Farklı bitki familyalarının, cins ve türlerini kapsayacak şekilde 17 parsele ayrılmış ve içinde iki göl bulunan alanda gezerken her bir bitkiyi; latince ve türkçe isimlerin etiketlendiği küçük levhalar sayesinde takip etmek mümkün. Ayrıca girişte verilen harita sayesinde merak ettiğiniz parsele veya haritada size önerilen gezi seçeneklerine yönelerek kolayca rotanızı belirleyebiliyorsunuz. Hafta içi ziyarete açık olan Ataütrk Arboretumu, haftasonlarında ise sadece üyelerine açık. Ulaşım ise, Sarıyer, Hacı Osman’a geldikten sonra 10-15 dakikalık bir araç mesafesinde. Bu mesafe için özel araç, dönüşte de sizi tekrar alması için anlaşmak gerekiyor. İstanbul’da yeşille iç içe olmak, kentin hızlı akan zamanını bir hayli yavaşlatmak, doğada bizlerle birlikte yaşayan bitkileri gözlemlemek ve tanıyabilmek için ideal bir mekân. Alâ Cemali Geçtiğimiz Perşembe, Yapı Endüstri Merkezi’nin (YEM) bu sene beşincisini düzenlediği EKODesign Konferansındaydık. Farklı disiplinlerden konuşmacıların katıldığı konferansta; tasarımda ‘sürdürülebilirlik’ kavramı ve anlamı üzerine tartışılırken, çeşitli dallarda (endüstrü ürünleri tasarımı, mimari, tasarım kuramı, yapı malzemeleri ve ev aletleri) tasarlanan eko-çözümler, projeler paylaşıldı. Bütün bu tasarımları ve projeleri Yapı dergisinin Nisan 2012 ‘Yapıda Ekoloji’ ekinde detaylı bir şekilde bulmak mümkün. Ben daha çok, tüm tasarımcıları etkileyecek ve düşünmesini gerektirecek noktalara dikkat çeken Sosyolog Francesco Morace’nin konuşmasını aklımda kaldığınca aktarmak istiyorum.
Morace, sürdürülebilirliği, tüketim ve tüketici davranış eğilimleri ve bunların değişimi üzerinden açıklarken tasarımcılara ipucu oluşturucak dört model sundu. Bunlar; Elzem ve Sürdürülebilir / Güven ve Paylaşım / Çabuk ve Derin / Eşsiz ve Evrensel. Elzem ve Sürdürülebilir Bir tasarımdaki ya da tüketimdeki de diyebiliriz davranış eğilimini ‘...önceki dönemlerde örneğin 80’li 90’lı yıllarda moda oluşturuyordu ve modanın ömrü 5-10 yıl arasında sürüyordu. Bugün ise uzun vadeli boyutlardan, paradigmalardan söz etmeliyiz. Paradigmalar, ömrü 30 yıl süren uzun döngülere sahip ve bu uzun vadeli boyutları düşünmemiz gerekiyor. ‘Sürdürülebilir’ kavramı da bu uzun döngülerden biri’ diyerek konuşmasına başlıyor Morace. Bu uzun vadeli boyutlarda, tüketicinin tasarımlarda aktif olma isteğini görmemiz gerektiğini hatırlatırken geçmiş dönemde yani ‘moda’ yıllarında algı bir ‘Yaşam Tarzı’ iken artık bu algının ‘Yaşam Olayları’ na doğru evrildiğinin altını çiziyor. Örneğin şehir sistemindeki algı, zaman-mekân kalitesi ve deneyim kalitesi ile ölçülmeye başlanırken, diğer tasarımlarda da kişinin aktif olabileceği ürünleri düşünmek gerekiyor. Daha çok deneyimin ve duyuların tatmininin kıyaslamasının yapılacağı bir algı gelişiyor önümüzde ve bu deneyim beklentisi paylaşma fikrini yanında getiriyor. Güven ve Paylaşım Morace giderek önemli hale gelen deneyimin paylaşılmasında, yeni yolların aranmasının gerektiğini, ki bunlardan en önemlisi olan ve yeni bir standart haline gelen inovasyonu, tasarımda yeniden düşünmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Güven duygusu da en az paylaşım kadar önemli. İnsanlar artık bir tasarımdan bilgi istiyor bu yüzden tasarımcılara, tüketiciyle bilgiyi paylaşmanın ve güveni sağlamanın önemini vurgularken bu durumu şöyle özetliyor: ‘Geçmişte ‘imaj, görünüm’ ön plandaydı artık bu döngü tamamlandı şimdi ‘doğruluk ve güzellik’ ön planda. İnsanlar artık neyin özgün ve doğru olduğunu anlayabiliyorlar.’ Geçmişte görünürlük önemli iken şimdi güven ve paylaşımcılık ön planda, tasarım sorgulanıyor. Çabuk ve Derin: Burdaki ‘çabuk’ hızın yoğunluğunu tanımlıyor çünkü bu yoğunluğun, farklı tasarımlarda, bazen hızlı olması gerekirken bazen de yavaş olması gerekebilir. Hız ise tasarımda ancak kalite yani derinlikle ölçülebilir. Yüzeysel olmayan çabuk ama aynı zamanda bilgiyi kaliteli ve derin bir şekilde sunan tasarımları anlayan ve bunu arayan yeni bir neslin olduğuna dikkat çekiyor Morace. Eşsiz ve Evrensel: ‘Local düşünceyi küresele yerleştirmek lâzım’. Konuşmada yerin ruhu, kendine özgü güzelliği manalarına gelen ‘Genius Logi’’den örnekler sunarak, değerlerin, toplumların kendi özgünlüklerinin ve eşsizliklerinin korunması yönünde yeniden değiştiğine dikkat çekiyor ve bu korumanın kendini savunma şeklinde değil, gelişen şekilde genişleyen bir yapıda olması gerektiğini vurguluyor. Tüketici için, ‘sürdürülebilirlik’ sadece ekolojik anlamda değil aynı zamanda küresel bir bakış açısı; dünya üzerindeki kaynakları koruyan ve bundan doğan güveni paylaşarak birlikte yaşamanın önemini ortaya koyan küresel bir bakış açısı, ‘sürdürülebilir’ kavramının algılarından birini oluşturuyor. Konuşmasını ‘İlk başta katılmak, deneyimlemek daha sonrasında güvenmek ve nihayetinde de tasarım bizim için önemli olacak’ cümlesi ile sonlandıran Morace tasarımcılara yeni bir yön gösteriyor. Alâ L. Cemali... Naironi’den kalkan bir trenle “Busch Garden”’da Kongo, Kenya, Serengeti, Nepal, Misir, Timbuktu istasyonarina ugrayarak tum Afrika’yi gezmek mumkun.
Trene binmek istemezseniz, tum Afrikayi teleferikle bir uctan bir uca gezebilirsiniz. Her bolumde o bolgeye has bitki ortusu ve hayvanlar var. Onu da istemezseniz jipe binip serbest dolasan hayvanlar arasinda safari yapabilirsiniz. Ama dikkat edin cunku hayvanlar kafesler icinde degil dogal ortamlarinda doga ile ici ice serbest halde dolasmakta. Hayvanlar dogal ortamlarinda ozgurce yasiyorlar. Buyuk kismi insanlara o kadar yakin olmuslar ki oksanmak, sevilmek, ve elden beslenmek olmazsa olmazlari arasinda. Isterseniz maymunlar arasinda ipler arasinda bir agactan digerine ucabilirsiniz. Butun bunlar Florida Tampa’ya yolunuz duserse “Busch Gardens” da mumkun. Insanlarin birbirini yedigi su dunyada hayvanlarin nasil dostca ve kardesce yasadigini gormek yaninda otoyolun hemen kenarinda boyle bir ruya alemine girip bu devasa parkta gunler haftalar gecirmek mumkun. Peyzaj mimarligi sanatinin ve teknolojinin birlesimi ile her sey doga ile o kadar uyumlu tasarlanmis, oyle bir peyzaj ile sunulmus ki esine rastlamak pek mumkun degil. Adeta bir cocuk yaratmis bu parki. Cita yi hemen camin arkasinda burun buruna group ardindan cita kadar hizlanan roller coastera binmek mumkun. Ancak bu eglence merkezinin en onemli ozelligi hayvanlarin kafesler icinde bulunmamasi, sadece insanlardan tel ile ayrilmasi ve ornegin Afrika aslani ile cakal gibi iki vahsi hayvan cinsinin bi arada yasayabilmesi. Tarihcesine bakacak olursak 1959 da August Busch Jr ve oglu Adolf Busch’un cocukluk ruyalarinin ilk adimlari Tampa Florida’da atilmis. Onceleri Bira fabrikasi imis ama onune egzotik kus parki yapip bu kus cennetinde bedava gosterileri yapilarak halka acik baslamis. Busch Gardens bitisigindeki alanlari da alarak genislemeye baslamis ve su anda tropikal bir peyzaj, egzotik ve vahsi hayvanlar, lunaparklar, roller-coaster lar eklemis. Uzun bir zamandir burda oldugundan her sey cok yerlesik, degisik, dogal. Gosteriler, muzik, etkinlikler de cabasi. 2400 egzotik hayvan barindiran, her yil 5 milyon insanin gezdigi Busch Gardens tam bir ruya alemi peyzaj mimarligi ve muhendislik harikasi. Nilgun... Persembe sabahi erkenden iki aktarma yaparak, ucakta 8 saat gecirmek pahasina "Las Vegas" denen cilginlar cennetine ulastik. Havaalanindan otelimize geldigimiz andan itibaren saskinligimiz gittikce artiyordu. Aman Tanrim Bu nasil bir sehir !... Koskoca Nevada collerinin ortasina kurulmus, dunyanin en meshur eserlerini ayni ile insa etmis, her bir oteli bir dunya harikasinin adini almis, fakat iclerine girince bir anda yuzu degiserek bir suru isiltili, olagan ustu goruntulu ve sesli kumar aletleri ve o aletleri kullanan binlerce cilgin insan. Ama isin obur yani kazanan hemen hemen hepsine yakin cogunlukta makinalar.
Bellagio denen giris otelinden itibaren Luksor piramidi, Amsterdam, Sezarin evi,Venedik, Paris Eyfel Kulesi, Karayip korsanlarinin gemisi. Nereyi gormek istiyorsan oraya gidebiliyorsun yuruyerek. Tek bir 7 km lik cadde etrafinda genislemis sehir. Sehrin icinde birbiri ile baglantili, yuksekte kopru ve cam tunelller var. Bu arada Elvis Presley'in kenti oldugu icin, heryerde Elvis... Harley Davidson, hard rock café ler isiltili . Bu sehirde heryerde yildirim nikahi, bekarliga veda partisi. Bu arada herkesi favorisi olan Bellagio otelinde dunyanin en yuksek cikolata pinarini gormek ve hemen yaninda Monet ressaminin sergisini gezmek mumkun. Bu kadar kisa ilk izlenimden sonra aklıma nedense! Jean Baudrillard "Simulakrlar ve Simulasyon" kitabı geliyor... -What happens in ‘Vegas’ stays in ‘pil blog’ : ) Nilgun... Son birkaç haftadır iş yoğunluğunun yanısıra, yeni bir proje sebebiyle blog yazılarımızı az da olsa aksatmış bulunuyoruz. Biraz bu projeden bahsedecek olursak, bu bir peyzaj yazılımı...Az sonra çok özet anlatacağımız bu projeye destek vermek ve buradaki heyecanlı çalışmalara katılıp kendini geliştirmek isteyen arkadaşlarımız olursa, severek ekibimize katkıda bulunmalarını teşvik eder ve ofisimize bir kahve içmeye bekleriz. Kimbilir belki hiç aklımıza gelmeyen fikirlerle bu projeyi çok daha farklı boyutlara taşıyabilirler. Özellikle peyzaj ve tasarım öğrencilerinden çok ilginç fikiler geldiğini bildiğimiz için, renkli fikirlere ve renkli karakterlere ofisimizin kapısı açık diyebiliriz:)
İsteyenler Mart-Nisan aylarında bize info@piltasarim.com adresinden mail atarak randevu alabilirler. Bu kadar önsözden sonra, size proje hakkında biraz ipucu verelim... Buraya gelenler zaten bir parçası olacaklar ama onun dışında özetle şöyle diyebiliriz, projenin amacı birçok ansiklopedi ve kaynağı harmanlayıp tek bir sitede onları birleştirip kullanıcı dostu bir arayüzle projelere harcadığımız zamanı çok çok çok! azaltmak. Umarız bu amacımızı Nisan 2012 içerisinde gerçekleştiririz, zira bu yazılımı-etkileşimli oyunu hazırlaması sanıldığı kadar da kolay olmuyormuş. Neyse ki yazılım konusunda sevgili Özgür Işıl'ın yazdığı kodlar çok işimize yarıyor, onlar sayesinde bir anda tüm içeriği girip bitirme mantığında bir çalışma yerine agile diye tabir edilen bir sistemde ilerliyoruz, bu da ekipçe kalp çarpınıtılarımızı azaltıyor diyebiliriz:) Proje ile ilgilenen arkadaşlar için aranan özellikler; şu birkaç ay içinde bizimle bağlantı kurmaları, zira sonra çoktan başka bir projeye geçmiş olabiliriz, yaptığı işten çok heyecanlanabiliyor olması, yaratıcılık, tasarım yeteneği, 3d modelleme yapabiliyor olması, fotoğraf ile ilgili olması, grafik - ara yüz tasarımı, karakter tasarımı gibi konulara hakim olması ya da peyzaj mimarlığıyla bağlantılı olması ya da mimar olabilir. Tabii ki bunların hepsini barındıran bir cyborg beklemiyoruz. Bunlardan birine yatkınlığı olan, mesleğinde heyecanlı bir insan makuldur. Bu kadar sözden sonra biz artık projeye devam diyelim...Size de en kısa zamanda buradan linkini söyleyeceğiz ve kendisiyle tanışacaksınız... Ceren.. Ekim'de çiçek açan bitkiler:
Acena microphylla, Arbutus unedo, Hamamelis virgiana, Osmanthus aquifolium *Kaynak: "Peyzaj Mimarlığı - Prof. Dr. Aslı Bayçın Korkut, Yrd. Doç. Dr. Elif Ebru Şişman, Yrd. Doç. Dr. Murat Özyavuz" Orkide icine baktiginizda cok guzel olan, dunyada cok yaygin olan bir tur. Cicek veren bitkilerden en onemli iki tanesinden biri. Tahmin edin ne kadar cok turu var? 26 bin in uzerinde. Bazilari kokulu, bazilari degil. Bir cok renk ve sekilde. Turkiye'mizde ancak cicekcilerde insanlar tarafından biliniyor . Ama Himalayalara yolunuz duserse en cok olduklari yer orasiymis. Bir cok insan icin hobi kaynagi orkideler. Isterseniz iki farkli turu hibrid yaparak 100 binin uzerinde farkli gorunuste hibrid bitkiler elde edebiliyorsunuz. Kokleri topragin altindan ve ustunden besin almak icin tasarlanmis. Cicekleri ise guzellik katmak icin : ) Daha fazla orkide fotoğrafı için: http://www.peyzajadresim.com/items/orchid-spp-orkide-turleri-orchids/
Deniz.. Eylül'de çiçek açan bitkiler:
Erica cinarea, Sedum eversi, Sedum komtschaticum *Kaynak: "Peyzaj Mimarlığı - Prof. Dr. Aslı Bayçın Korkut, Yrd. Doç. Dr. Elif Ebru Şişman, Yrd. Doç. Dr. Murat Özyavuz" |
PİL BLOGPİL ve destek verenler tarafından yazılan peyzaj, mimarlık, tasarım, bitki ile ilgili veya tamamen o ana ait yazılardan oluşmaktadır. Archives
February 2016
Categories
All
|