Akçaağaçlar, 200 kadar türü bulunan, bazıları 20m.'ye kadar boylanabilen ağaç ve çalı formunda, yaprak döken bitkilerdir.
Genellikle hızlı büyürler ve donmaya karşı dayanıklıdırlar. Yüzeysel kök yaparlar. 9 Akçaağaç türü Türkiye'de doğal olarak yetişir. Tam güneş ya da yarı gölge alanlara dikmek iyi olur. Ayrıca organik maddece zengin, iyi drene olan, nemli topraklara dikmek gereklidir. (Benim projede kullanmak istediğim ise) Acer palmatum atropurpurea: 5-6 m. boy yapar. Bodurları ise 2-3m. boy yapar. İlkbahar ve Yazın parlak kırmızı dikkat çekici yaprakları vardır. Fiyatları tabii ki tür ve boyla orantılı. Siz en iyisi gidip bir teklif alın derim istediğiniz bitkilere göre... (Ayrıca Acer spp. hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenler için öneri: Dr. Gürkan Ceylan'ın "Dış Mekan Süs Bitkileri Kitabı") Ayrıca ilginç Acer tecrübleriniz varsa tabii nasıl olur böyle birşey bilmiyorum ama mesela "daha önce bir uygulamada kullandım seneler sonra bitki şöyle oldu böyle oldu" gibi... benimle rahatlıkla bağlantıya geçip beni bilmediğim konularda aydınlatabilirsiniz. Buraya yorum yazarsanız ya da herkesin yaptığı gibi [email protected] adresine mail atarsanız haberleşebiliriz. Aydınlanırsam ne mutlu bana... Ceren Dayıcıoğlu
0 Comments
Yükseklik 3500 metrenin üzerinde, yüksek dağların arasındaki dar yollar ve tünnellerden geciyoruz Vail’e giderken. Vail, Amerika'daki büyük kayak merkezlerinden birisi, kayak pistleri cok uzun, kilometrelerce sürüyor. Onun dışında 3-4 tane büyük kayak merkezi var. Kolarado eyaletinde Vail’e 1 saat uzaklıkta (Breckenridge, Loveland, Copper mountain vs ). Bazılarında Haziran'a kadar kayak yapılabiliyor. Yani bu dağlar cok yüksek ve karlı.
En tepelerde fazla ağac yok. Biraz asağı indikce ormanlar başlıyor. Koşullar kış koşulları, oldukca çetin. Kışın karlarla kaplı bu ormanlarda bu çetin koşullarda yetişen bitki örtüsüne çekelim dikkatimizi. O kadar soğuk, kayalık, karlı bir ortam ki, burada iğne yapraklılar var. Bu ormanlar çok güzel. Yüksek dağlar, kayalıklar, kar ve orman manzaraları. Dikkatli bakarsanız arada bazı alanlarda sık ormanın seyrekleştiğini ve bazı ağacların pek de sağlıklı olmadığını görüyorsunuz. Meğer kuresel ısınma ile ilgili olarak buraların zaten yerlisi olan bir canlının asırı cogalabilip agaclara zarar verdiğini duyuyoruz. Bu canlı normalde ormanın dengesi icin gerekliymis. Mountain Pine Beetle isimli bocük soğukda yaşayamıyormuş ama kışlar giderek kısaldığı icin daha fazla coğalıp daha fazla ağaca zarar vermeye başlamıs. Normalde tabiat ana bu canlının üstesinden gelip yine bir denge kurarmıs ama bu cok uzun sürermis. Kücük alanlarda ilaclamalar baslamıs ama bütün ormanı ilaclamak cok pahalı olurmuş… (http://www.lamtree.com/beetles.html) Bu kayalıklı dağlara dikkatle bakarsanız bir cok maden ocagı goruyorsunuz. Jeolojik olarak bu yüksek kayalıklı daglar cok zengin. Dağların ortasında orman kıstan ilkbahara donerken vadiler ve eriyen karlarla olusan bir cok göl ve nehir var. Bunlar eninde sonunda Colarado Nehrine baglanıyor. Işte bu nehirde insanlar 1800 lerde altın aramak icin gocler yapmışlar. Altın aramışlar. Bir kısmı altın bulmus, bir kısmı gümüş ve bakır...Bu nehirlerde yaz aylarında rafting, balıkcılık yapılıyor. Kış aylarında da onune oturup keyif yapılabilir. Bu arada kış ilkbahara donerken bahcelerde dolaşmak kolay oldugundan nehir kenarında acık havada otururken ısınmak icin uzun mangallar yapılmış. Iclerınde metal volkanik taslar. Kayak burada herkesin cok sevdigi, ozgürlüğünü yaşadığı, doğa ile bütünleştigi bir spor. Bircok calışan ise Güney Amerika ülkelerinden yaz tatillerini burada calışarak gecırmek icin gelmişler. Orneğin Arjantin ve Peru'dan insanlar ülkelerinde şu anda yazı yasıyorlar. Onlar hangi mevsimi yaşarlarsa yaşasınlar, biz bir başka kış ya da yaz gününde tekrar görüşmek üzere diyelim... Deniz Polonya asıllı matematikçi Beneoit B. Mandelbrot, "fraktal" adını verdiği yeni bir matematik sistemini benim de doğduğum yıl olan 1975'de geliştirdiğinde belki de bir çok bilim dalında kullanılacağını hatta yaşadığımız evrenin doğasını açığa çıkartmada felsefik yaklaşımların doğmasına sebep olacağını tahmin etmemişti. Aslında amacı veri iletim hatlarında oluşan gürültü sorununun üzerinden gelmekti. Bu sorunu gidermeye çalışırken keşfettiği fraktal geometrisi geçmiş yüzyılın en büyük buluşlarından biri olarak yerini alarak mucidine de haklı bir ün kazandırdı. Peki nedir bu fraktal dediğimiz şeyler?
"Fraktal" ismi Latince fractus kelimesinden gelmekte olup; parçalanmış, bölünmüş ya da kırılmış anlamına gelmektedir. Kendi kendini, büyütüldüğünde veya küçültüldüğünde tekrar eden geometrik yapıların formüle edilmesi için bize matematiksel bir zemin sunar. Daha da ilginci çok basit formüllerle bile ne kadar karmaşık geometrilere ulaşılabileceğini gösterir ki bu geometrilerden bazıları sonsuza kadar küçültüldüğünde birbirini tekrar etmeyen değişik desenler içerirler. Kendini tekrar eden geometriye örnek olarak "Sierpinski üçgenini" verebiliriz.(Bkz::fotoğraftaki ilk imaj) Kendini tekrar etmeyen fraktalların en meşhuru ise şüphesiz ki Mandelbrot setidir. Bu fraktalın sihri zn+1 = zn2 + c şeklindekiçok basit bir formülle çok karmaşık desenlerin oluşabilmesi ve sonsuza kadar değişerek yeni desenlerin kaotik bir yapı sergilemesidir. http://www.youtube.com/embed/9G6uO7ZHtK8 Çağımızda, bilimin geldiği son noktada evrenimizle ilgili çoğu olguyu keşfetmiş durumdayız. Mühendislik başta olmak üzere diğer disiplinlerde Newton kanunlarını kullanarak maddelerin dinamik ve kinematik hesaplarını yapabiliyoruz. Enerjinin korunumu yasası ve benzeri kanunlar endüstride bir sürü alanda başarıyla kullanılıyorlar. Einstein' ın genel ve özel görelik kuramları sayesinde gezegenlerle ilgili çok hassas hesaplar yapabiliyor ve atom modeli kuramları ile de kimya, genetik gibi alanlarda doğanın karmaşık yapısını anlayabiliyoruz. Bu gelişmeler ışığında artık evrenimize dört kuvvetin hakim olduğunu biliyoruz. Bütün bu karmaşık düzen bu dört kuvvetin birbirleriyle etkileşimi sonucu ortaya çıkıyor. Bu kuvvetler elektromanyetik kuvvet, yerçekimi kuvveti, radyasyondan sorumlu olan zayıf çekirdek kuvveti ve atom çekirdeğindeki proton ve nötronları bir arada tutan güçlü çekirdek kuvveti. Bütün bu ilerlemelere rağmen keşfedemediğimiz üç önemli başlık var. Makro evren, mikro evren ve boşluk. Makro evren, adından da anlaşılacağı üzere büyük ölçekte evreni anlamaya çalışırken, mikro evren ise atomların ve daha ufak parçacıkların dünyasıyla ilgileniyor. Boşluk ise ayrı bir muamma. Madde dediğimiz atomların birbiriyle değişik yöntemlerle bağlanması sonucu oluşan sistemin çoğu aslında boşluk. Bunun sebebi atom çekirdeğiyle çevresindeki dönen elektronlar arasında muazzam bir alan bulunması. Aslında evren boşluk içine serpilmiş küçük atomlardan oluşuyor. Peki bu boşlukta ne var. Bu hem felsefi açıdan hem de bilimsel açıdan düşünülmesi gereken bir olgu. Fraktalların bu konuyla ilgisine gelince... Bilim insanları bir yandan evrenin sınırlarını ve olası sonunu araştırırken, bir yandan da atomları parçalayarak bunları oluşturan daha küçük parçacıklara ulaşmaya çalışıyorlar. Eskiden atomun bölünemez nihai temel parçacık olduğu sanılırken şimdi aslında atomun parçalanabileceği ve içinde barındırdığı proton ve nötronlarında aslında kuark adı verilen parçacıklardan oluştuğu keşfedildi. Bu keşifler çok yüksek enerjilerde parçacıkları birbirleriyle çarpıştıran parçacık hızlandırıcıları ile gerçekleşiyor. Şu an dünya üzerindeki en büyük parçacık hızlandırıcısı İsviçre'nin Cenevre bölgesinde bulunan CERN hadron hızlandırıcısı. Parçacık bilimindeki trend anlaşılacağı gibi hep daha da küçüğe ulaşmaya çalışmak. Sonunda temel ve her şeyi oluşturan parçacığın keşfi. Peki ya gerçek böyle değilse? Fraktal geometriden anladığımız kadarıyla çok basit bir formül muhteşem bir kaosa yol açabilecek karmaşıklığı sunabiliyor. Ya gerçekte en temel parçacık yoksa ve evren de kendisi bir fraktalsa. Bunun anlamı daha küçüğe bakmayı denediğimizde sonsuza kadar aslında bu temel parçacığı bulamayacağımızdır. Evren bir fraktal geometriye sahipse, derinlere indikçe belki de bizimkinden çok farklı özelliklere sahip başka evrenler bulabiliriz. Bu çift yönde geçerli bir durum. Algıladığımız makro evren de belki sonu olmayan bir fraktalın sadece anlık bir görüntüsü olabilir... Uygar Rollas Üç gün önce bir uygulama esnasında, bol bol kendisinden kullandığım için yine unutmamak adına, buraya bu güzel bitkilere dair notlarımı yazıyorum...Ericaceae familyasının Rhododendron cinsinden bahsediyorum...
Herkesin meraklı bakışları arasında rengarenk halleriyle proje alanında yerlerini alan bu bitkilerin, aslında istekleri fazla değil. Rhododendron azelea'dan yani Açelya'dan öncelikle biraz bahsedecek olursam, gölge yerleri seven, ormanlık yerlerde yetişen, her zaman yeşil, en fazla 2m boylanabilen bir çalı denebilir. Orman güllerinin çok fazla çeşidi var bunun dışında. Hatta bildiğim kadarıyla "deli bal" denen orman gülünden alınan Doğu Karadeniz'de bolca elde edilen ve zehirli olduğu söylenen tadı acı olan bir de balı varmış. Gerçi bu çiçeğe arılar bile konmazmış nasıl bal ortaya çıkmış onu da pek anlamış değilim ama bu balı yiyen insanlarda çok ciddi zehirlenmeler olduğu bilinmekte imiş. Hatta çok eskiden Yunan askerlerinin balını yiyip de zehirlendiklerine dair hikayeler bile literatüre girmiş durumda. Ben burada bal yapmaktan değil de peyzajda kullanımından bahsedeceğim için sorun yok sanırım:) Aslında genel olarak toparlayacak olursam Rhododendron spp: "1000'e yakın türü bulunan, bir kısmı yaprağını döken, bir kısmı ise herdemyeşil ağaç ve çalı formunda bitkilerdir. Göz alıcı çiçekleri vardır. 5 türü ülkemizde doğal olarak yetişmektedir. Eskiden Azalea adlı ayrı bir cins olarak mütalaa edilen Açelyalar bugün için artık Rhododendron cinsi içinde mütalaa edilmektedirler." (Dr. Gürkan Ceylan'ın Dış Mekan Süs Bitkileri Kitabı'ndan) Buradan anlayacağımız gibi artık açelya ve orman güllerinin ikisi de Rhododendron cinsine giriyor. Ben projede ikisinden de kullandığım için genel olarak ikisine de değindim. Fakat ikisini ayırmak için yine Dr. Gürkan Ceylan'ın kitabındaki güzel tanımlamayı eklemek istedim. "Çoğu kişi Açelyaları kısa boyları, düzgün formları ve parlak renkli çiçeklerle kaplı halleri ile hemen tanır. Gösterişli çiçekleri kış sonu ve ilkbahar başında açarlar. İç mekanlarda da bol ve yaygın olarak kullanılmaktadırlar. Ormangülleri ise daha uzun bitkilerdir. Yaprakları daha iri ve kalın, çiçekleri ise daha büyüktür. Botanikçiler daha karışık ve anlaşılmaz ayırımlar yapmayı sevseler de, bu kadar bir bilgi şu anda bize fazlasıyla yeterli olacaktır." Zaten eklediğim fotoğrafta en alttakiler açelya olurken, onun bir üstündekiler orman gülü olarak satılmakta fidanlıklarda. İkisi de gölge sevdikleri için yarı gölgeli bir alana dikim yaptık. Soğuğa dayanıklı Açelyalar için ömrü insandan bile uzun diyenler var. Özellikle Nisan ve Mayıs'ta çok güzel çiçeklenmeleri olmakta. Çok bakım istemeyen bu bitki için en doğrusu toprak kurudukça sulamak. Ayrıca dikim yaparken uygulama ekibi bolca torf kullandı. Yoksa bitki yapraklarının iki sene içinde sararabileceği söylenmekte. Biz dikim esnasında elimizden geleni yaptık, umarım seneler sonra hala şu anki gibi sağlıklı olurlar... Ceren Dayıcıoğlu Kara Kuğu ("Black Swan") filmini seyrettim. Film sonrasında filmle aynı ada sahip bir kitabı 2-3 yıl önce yayınlayan finansçı, yazar ve filozof (daha doğrusu epistemolojist) Nassim Nicholas Taleb aklıma geldi.
Taleb'in mesleği portföy yöneticiliği. Kendisi "aykırı" bir portföy yöneticisi. Aslında geçmiş kipte konuşmak daha doğru, şu an iş adamından daha çok yazar ve akademisyen. Portföy yönetiminde konvansiyonel yaklaşım piyasaları analiz ederek yüksek olasılıkla gerçekleşecek bir senaryo doğrultusunda yatırım yapmaktır: Bu davranış size her gün küçük tutarlar kazandırır, yıl sonunda bunların birikimi mevduat, devlet tahvili gibi alternatif ürünlerin getirisini aşarsa mutlu olursunuz. Taleb'i "aykırı" yapan bu yaklaşımı tamamen saçma bulması. Taleb olasılığı çok küçük olan ("sürpriz" olarak nitelendirebileceğimiz), ancak meydana gelirse büyük kayıplara yol açacak riskleri önemsiyor ve geleneksel yaklaşımı bunları yok varsaydığı için eleştiriyor. Kitapta "kara kuğu" yaklaşıma dair bir örnek olarak veriliyor: Yıllar boyunca gördüğünüz bütün kuğular beyazsa, tüm kuğuların beyaz olduğunu genelleyebilirsiniz; ama bu halde hata yaparsınız, karşınıza çıkacak sadece bir kara kuğu herşeyi bozar. Taleb, gerçek hayatta ekonomik / finansal krizleri kara kuğulara benzetiyor ve nereden geleceklerini, ne zaman ortaya çıkacaklarını bilemeyeceğimiz için geleneksel bir portföy yönetimi uygulamıyor. Bunun yerine tamamen kara kuğuların varlığına yatırım yapıyor, piyasalarda beklenmedik bir gelişme olunca da çok büyük kazanıyor. Bu yöntemle aldığı risk ilginç: Hiçbir zaman bir anda batması mümkün değil; ama işlerin olağan gittiği dönemlerde sürekli olarak her gün küçük tutarlarda para kaybediyor. Bir portföy yöneticisi için tahammül edilmesi ve müşteriye açıklanması çok zor bir hal olsa gerek.. Taleb'in yaklaşımını entelektüel birikimiyle birlikte sunduğu kitabını finansla ve/veya olasılık/rassallıkla ilgilenen herkese tavsiye edebilirim. Özgür Işıl Yaparak Öğrenmek – Finlandiya’dan Ahşap Mimari Sergisi
Yer : Istanbul Yapı Endüstri Merkezi Yapı Endüstri Merkezi (YEM) ; öğrencilik yıllarımda Harbiye’de danışılabilecek kütüphane ve kitapevi olarak hizmet veren bir merkezdi. Yeni taşındıkları Fulya’daki yerleri ise sergi, panel ve workshop gibi çok çeşitli etkinliklerin de eklendiği yine içinde kitapevini barındıran büyükçe bir kompleks olarak tasarlanmış. Aslında bir türlü yolumu YEM’e düşürememiştim malum Fulya benim gibi Anadolu yakasında oturanlar için ters bir nokta, ulaşım olarak çok kolay değil. Kendim bir bahane yaratamamışken Ceren’in katılmak istediği Greendrinks paneli benim için de iyi bir neden oldu ve soluğu YEM’de aldık. Panel bir yana : ) “Yaparak Öğrenmek” sergisini gezme fırsatı yakalamış olduğuma daha çok sevindim. Aslında Greendrinks panelini yazacakken konumu da değiştirdim vee işte sergi hakkında görüşlerim:) Sergi; Fin Mimarisi’nde kaybolmaya yüz tutmuş ahşap ustalığını tekrar hatırlamak amaçlı yapılmış çalışmaların bir araya getirilmesinden oluşuyor. Güzel olan kısmı Aalto Üniversitesi Ahşap Programı öğrencilerinin elinden çıkmış olması… Nasıl mı ? Öğrenciler hem tasarlıyorlar hem de tasarımlarını uyguluyorlar. Öğrenciler için çok güzel bir tecrübe olmuş diyebilirim. Neden mi ? Bir işin nasıl yapıldığını anlamanın en iyi yolu teoriden pratiğe geçirmektir. Bu anlamda mimarlık mesleğinde hem projelendirme kısmında yer almak hem de uygulamada rol oynamak birbirini tamamlayan önemli süreçlerdir. Sergiye geri dönmek gerekirse; öğrencilerin ortaya koydukları projelerde heykelimsi yapılar çok hoşuma gitti. Kendini bir heykeltıraş gibi görüp sonra heykele doğru fonksiyonlar ekleyerek insanların hizmetine sunmak çok keyifli bir süreç olsa gerek : ) Bir de Fin sauna ve hamamları da konu olarak tasarlanmış projelerde arasında vardı, gitmiş kadar oldum diyeyim. Ahşabı malzeme olarak çok sıcak buluyorum. Bir de esnek oluşu onu daha tercih edilebilir bir malzeme haline getiriyor. Son dönemde gündemimize oturmuş olan Ekolojik Mimari ve Sürdürülebilir Mimarlık konularına da ahşap yakışır diyorum . Son olarak da sizleri sergiden çektiğim fotoğrafla baş başa bırakıyorum. Keyifli seyirler … Elif Tüzün Alman General Kurt von Hammerstein-Equord:
"Subaylarımı 4 sınıfa ayırırım; akıllılar, tembeller, çalışkanlar ve aptallar. Her subay bu özelliklerden ikisine sahiptir. Akıllı ve çalışkan olanlar en yüksek kurmaylık mertebeleri için uygundur. Aptal ve tembellerden iş çıkarılabilir. Akıllı ve tembeller en üst komuta seviyesi için uygundurlar; çünkü her türlü durumla başa çıkabilecek tabiata ve asaba sahiptirler. Fakat aptal ve çalışkan olanlar bir tehlike kaynağıdır ve hemen uzaklaştırılmalıdırlar." Özgür Işıl |
PİL BLOGPİL ve destek verenler tarafından yazılan peyzaj, mimarlık, tasarım, bitki ile ilgili veya tamamen o ana ait yazılardan oluşmaktadır. Archives
February 2016
Categories
All
|